KİM KİMDİR

 



Defterine bir soru işareti çizdi. Sonra onun üzerinden tekrar geçti sonra etrafını tekrar kontörler yaptı. Kontörlerin içlerini boyadı. Arada bir başını eğip baktı. Biraz daha düzeltti. Biraz daha ovalleştirdi.  Böylelikle soru işareti ilk çizdiğinden daha büyük hale geldi. Çocuk zihninde, kocaman, merak balonları vardı. Doğruyu kendisi de bilmiyordu ama merak ediyordu ve merak aslında onun zihninde değil kalbindeydi.

“Neden?” diye sordu. “Neden incir ağacının kökü de incir kokar? Yaprağı ve dalı da incir kokar neden?”

Koşarak bahçeye çıktı. Bir asma yaprağı koparıp kokladı. Kokusu üzümden ziyade, koruğu andırıyordu. Sonra bir elma yaprağına uzandı. Ama elma ağacı daha hassastı. Yaprağı ile birlikte dalını da bıraktı. Yaprak elmanın en ham haline benziyordu ama ucundaki kahverengi kabuklu dalın kokusu neredeyse elmayı özletiyordu.

Hemen ardından limon yaprağı kopardı. Gülümsedi. Çünkü limon yaprağı da biraz acımsı bir farkla limon kokuyordu. Yaprak meyveyi andırıyor, dal daha fazla benziyordu. Her biri kendi içlerinde birbirine benzerken görünüşte birbirlerinden ayrılıyordu. Yani her bir yaprak tamamen farklı görünüyor, ama içlerinde yaprak olmanın verdiği acımsılığı barındırıyordu. Hiçbiri kendi meyvesinin tadında değildi. Öyle olsa insan ağacı da meyvesiyle birlikte yerdi.

Benzer tarafları ve farklılıkları vardı. Bazı yapraklar direk dala tutunmuşken, bazılarından yeni bir dal çıkıyor, yapraklar ve meyveler bu yeni hevenkte toplanıyordu.

Ne kadar da insanlara benziyordu!

Her bir ağaç bir insan olabiliyordu. Ama detayda, her bir yaprak da bir insandı. Huyu, karakteri, rengi, tadı, kokusu, hepsi farklıydı. Ama aynı anda bir bütünlüğü vardı. Her insan ve her aile… Bazıları daha bir arada, bazıları daha bireysel...

Birbirine bağlı ve bağlarını koparmayan… Ya da tek de olsa hedefine ulaşan…

Tamamı farklı mizaçta yaratılan…

Önce her şeyi kapsayan bir yasalar bütünü, sonra insan. Her biri diğerinden farklı detayda hayat bulan. Sadece görüntüler de değil farklı olan, düşünmesi, sevinmesi, üzülmesi yani olaylara verdikleri tepkilerle de birbirinden ayrılan.

Ve tıpkı ağaçlar gibi iletişimi olan ya da daha doğrusu, beyanda bulunan.

Her biri o beyanla aslında kim olduğunu anlatan.

Her canlı kendi beyanıyla kendisi olmuyor mu zaten? Ağaç, ağaç olduğunu, kuş kuş olduğunu, taş ise taş olduğunu beyan ediyordu.

Ve insan, yeryüzünün içinde tüm iletişimiyle insan olduğunu beyan ediyordu.

Güneş, ay, yıldızlar, bitkiler…

Her biri kim olduğunu anlatıyordu. Birbirinden farklı ama birbirine teması olan her şey aslında bir denge oluşturuyordu.

Her canlı, bu dengeye göre hareket ediyordu. Üzümün yaprağı üzüme uyum sağlıyor, zeytin ise zeytine göre yaprak çıkarıyordu.

Her biri kendi huyuna göre yeşeriyor, kendi huyuna göre yaşıyordu. Ama en uzun ömürlü olanları, en çok uyum sağlayanlar oluyordu. Kendine karakter katanlardı onlar.

Her iklimde her tür toprakta yetişebilen, bulunduğu yere hayırda uyum sağlayan, adından en çok bahsedilen oluyordu.  Çünkü hayırda uyum, dezavantajı avantaja çeviriyordu.

O halde hayatın verdiği dezavantaj aslında avantaj oluyordu.

Her şey, bu derece, var olan her canlının lehineyken,

İnsan, şimdi hayatın verdiği hangi lehine olan durumu, mekânı, insanı ya da zamanı inkâr edebilirdi?

Çocuk aklı işte, saf akıl…

Soru işareti ile başladığı cümleyi soru işareti ile bitirdi.  

Deneyimsel tasarım öğretisi der ki: “Zihin soru - cevapla çalışır. Ve her soru çözülmek ister. Soru ya da cevap nötrdür. Meselenin özü insanın verdiği tepkilerde gizlidir. Her soru aslında avantajdır. İnsan verdiği tepkilerle dezavantaja çevirebilir. O halde hayatın verdiği hangi avantajın, dezavantaj olduğu iddia edilebilir? “

Yorumlar