BİT SALGINI VE MİZAÇLAR

 “Üst sınıflarda bit salgını görüldü, lütfen tedbir alınız.” mesajıyla irkildi Nihan. “Yine mi?” dedi kendine yılgın bir sesle. İstemsizce kaşınmaya başladı. Kahvesini yarım bırakıp elinde telefonla koltuğa geçti. İsmini hatırlayamadığı bit önleyici uçucu yağları araştırmaya başladı.

Önceki senelerde bir kere yakalanmışlardı. Küçük oğlu Mustafa önüne gelen herkese sarıldığı için kreşe başlar başlamaz ev halkını bitlerle tanıştırmayı başarmıştı. Büyük oğlu Semih on üç yaşındaydı ama bu zamana kadar böyle bir şeyle hiç karşılaşmamışlardı. Semih sakin bir çocuktu. Kreş zamanı bir köşede, yalnız başına oynardı. İlkokulda da durum değişmemişti. Bırak arkadaşlarına sarılmayı bir metreden fazla yanlarına yaklaştırmazdı bile. Bir tane arkadaşı vardı, onunla sessiz bir şeklide oyununu oynar, evine uğurlardı. 

Küçük oğlu Mustafa da abisine tepki olarak doğmuş gibi sınıfın en sıcakkanlı, arkadaş canlısı, dışa dönük çocuklarından biriydi. Yaramaz değildi. Sadece sosyalliği seviyor, yalnız oynamaktan hoşlanmıyordu. Doğduğundan beri böyleydi. Kimsenin kucağına gidince ağlamaz, annesinin bir işi varsa saatlerce başkasıyla kalabilirdi. Semih bu ne mümkün! Kucaklanmak bir kenara dursun yanağını bile sıktırmazdı. Birkaç saat bir yere bırakmak gerekse ortalığı ayağa kaldırırdı. Anneannesi bir gün kızına; “Sen olmazsan bu çocuk yaşayamaz herhalde!” demişti. Saatler süren ağlama krizinin ardından gelen haklı bir cümleydi. Annesi ikisine de aynı şekilde davranıyor, eğitim veriyor olmasına rağmen sonuç aynı değildi. Aynı anne babadan doğmuş, bambaşka çocuklardı.

Çocukları aldı karşısına, durumu izah etti ve; 

“Bu hafta arkadaşlarınıza fazla yaklaşmayın, sarılmayın olur mu? En azından salgın bitene kadar.” dedi.

Mustafa: “O zaman okula gitmeyim daha iyi!” dedi.

Abisi istemsizce güldü; “Merak etme anne, ne zaman sarıldığımı gördün ki?” dedi.

Haklıydı. Bu uyarıyı yalnızca küçüğüne yapması yeterliydi.

Annelik işte, ne yaparsan ikisine birden yapıyorsun.

Bazen adalet terazisi şaşıyor.

Tüm bunları bir kenara bırakıp gerçekten üzülmüş olan Mustafa’nın yanına gitti. Önce şakayla karışık söylediğini düşündü. Sonra anladı ki gerçekten okula gitmek istemiyordu. Onun için okul demek sosyallik demekti. Bir kenarda yalnız başına oynamayı hayal bile edemiyordu.  Bugün büyük oğlunun söylediği bu durum için hoşuna gitmiş olsa da onun da sosyalleşmesi gerektiğini farkındaydı.

 



  • Peki buna; “Huy işte!” deyip geçebilir miydik?
  •  Huy dediğimiz şey nedir? 
  • Can çıkar huy çıkmaz derler. Gerçekten öyle midir?


Hayatta başarılı olabilmek için kimi zaman bireysel kimi zaman kolektif olmak gerekir. İnsan bazen bunu dengelemekte zorlanır. 

Her insan doğuştan gelen farklı özelliklere sahiptir.  Bu olumlu özellikler kişi için bir avantajdır. Bazı özellikler ise doğuştan değildir, sonradan kazanılması gerekir. Kazanılamadığı takdirde, hayatın içerisinde birçok alanda problem yaşanmasına sebep olur. Başarıya giden yolda engel olarak karşımıza çıkar.

Bu sebeple, 

  • insan ilk önce kendini, 
  • sonra çevresindeki kişileri iyi tanırsa, 
  • geliştirmesi gereken taraflarını daha iyi deşifre eder. 

Bunun için "Kim Kimdir" seminerimizde davetlisiniz.

 

Yorumlar

  1. Çok kıymetli bir örnekleme. Kendi hayatımda da benzer farklılıkları keşfetmemi sağladı. Teşekkürler

    YanıtlaSil
  2. Kimse kimseye gıcıklık oldun diye de davranmıyormuş meğer 😉
    Her insan doğuştan getirdiği huylarına göre davranmıyormuş meğer! Sadece, görmek, idrak etmek, kabul edip, bu farklılıkları yönetmek miş asıl başarı 😊Bir de karşımızdaki kişilerden, bizde olmayan olumlu huyları aldık mı, beş numara on yıldız! İşte o zaman hayat bana ve etrafıma güzel 👏 Elinize sağlık, tebessüm ederek okudum yazınızı...🌻

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yaklaşım olmuş. Keyifle okudum elinize sağlık🍓

    YanıtlaSil
  4. Emeğinize sağlık.Çok anlamı bir yazı olmuş.. .

    YanıtlaSil
  5. Harika bir yazı, emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  6. Güzel yazı olmuş

    YanıtlaSil

Yorum Gönder